Dış beynimizin kısmını teşkil eden korteks; görme, duyma ve diğer algılama merkezleriyle insanın sürekli olarak dış dünyayla iletişim halinde bulunmasını sağlayan kısımdır. Bazı insanlarda beynin bu kısmında bazı algılar doğuştan oluşmazlar veya sonradan hasar görebilirler ve bu kişiler kör ya da sağır olarak yaşamlarını sürdürürler. Bilim insanların araştırmalarına göre de çıkan sonuç: insan bu durum karşısında büsbütün çaresiz kalmaz. Çünkü beyin, kullanılmayan bölgeleri farklı şekillerde değerlendirmeye geçer. Kayıp duyu yerine, faydalı olabilecek takviyelerle, duyu kaybını telafi eder. Örneğin bir kişi eğer sağırsa, arabanın yandan yaklaştığını duyamaz, fakat çevre görüşü artar ve çok uzaktan bir arabanın geldiğini görebilir. Aynı durum bir şeyin ne kadar hızlı hareket ettiğini doğru olarak tespit edebilme yeteneği için de geçerlidir.
Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücresi üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır.
Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar.
Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler.
Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri adeta anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Nöronların oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını bilmeleri, bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına karar vermeleri çok şaşırtıcıdır ve aslında imkansız gibi görünür. Çünkü nöron dediğimiz varlıklar gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır. Bu nedenle nöronların doğru bağlantıları kurmak üzere harekete geçmeleri ve doğan çocukların hemen hemen tamamına yakın kısmının işiten, gören, algılayan birer insan haline gelmeleri büyük bir mucizedir.
İnsanların kör veya sağır olması yukarıda kısaca açıklanan beynin oluşum aşamasında ortaya çıkan bazı gelişim bozukluklarından kaynaklanır. Göz dokularının oluşmaması, eksik olması, görme sinirinin ya da retina adını verdiğimiz görme tabakasının gelişme bozuklukları doğuştan körlüğe neden olurken, işitme duyusu sinirlerinin anormal veya eksik gelişmiş olması da doğuştan sağırlığa neden olur. Bu noktada beynin korteks tabakası duyu organlarındaki bu eksiği kapatmak için faaliyete geçer.
Nature Neuroscience’da yayınlanan araştırmayı yürüten bilim adamı Dr. Stephen Lomber’in yaptığı kapsamlı araştırma, bu gerçeği bilimsel olarak ispatlamıştır. Dr. Lomber’in çalışma ekibi doğuştan sağır kedilerin yan görüşünü incelemiş ve beynin kullanılmayan kapasitenin adeta israf olmasını istemediğini saptamıştır. Sağır ve kör insanların genelde diğer duyularının daha keskin olduğunu söylemelerinin nedeni budur. Kraliyet İşitme Engelliler Ulusal Kurumu araştırmacısı Dr. Joanna Robinson da bulguları değerlendirerek doğuştan sağır olan insanların işiten insanlardan daha geniş bir görsel alanı olduğunu doğrulamıştır. Araştırmada dikkat çeken bir bulgu da sağır insanların yan görüntülerindeki nesnelere, işiten insanlardan daha hızlı tepki verdikleri, sağır çocukların ise işiten yaşıtlarından daha yavaş tepki verdikleridir. Bu ise beynin işitsel kısmının, görsel bilgiyi işleyecek şekilde geçiş yapmasının biraz zaman aldığını gösterir. Diğer bir ifadeyle beynin, kayıp algıyı bir diğer algıyı kuvvetlendirerek telafi etmesi için zamana ihtiyacı vardır. Araştırmalar beynin telafi etme işlemini nasıl başardığını ise bulamamıştır. Elbette, yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa sahip jöle kıvamında bir et parçasının kendi kendine bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde düşünmesi ve telafi etmesi imkansızdır... Belli ki beyin, bu tür duyu kayıplarını telafi edecek bir sisteme ve programa sahip olarak var edilmiştir.
HER İNSAN, TÜM HAYATINI BEYNİNDEKİ KÜÇÜK MEKANDA YAŞAR .....
Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıda var olan maddeyi, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür.
Tüm bunları beynimizin içindeki birkaç santimetreküplük odamızda yaşarız ve hayatımız boyunca o odanın dışına asla çıkamayız. Her insan; kıtalar arası yolculuk yapan bir gezgin, ilk olarak Ay’a ayak basan bir astronot, hayatı boyunca köyünden ayrılmamış bir çiftçi de olsa, beynindeki küçük odasının dışında bir yere kıpırdayamaz. Dışarıda var olan okyanusları, ormanları, gökyüzünü, Ay’ı, Güneş’i, çiçekleri, meyvaları bu beynimizdeki küçücük odada görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan beynin içinde tüm bu hisleri algılayan bir şuur vardır. Ancak elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası, sinir hücrelerine ait değildir...
-------------------------- ----------
..”İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...” (Bakara, 255)
_
Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücresi üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır.
Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar.
Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler.
Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri adeta anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar.
Nöronların oluşur oluşmaz böyle bir yolculuğa çıkacaklarını bilmeleri, bu yolculuk sırasında hedeflerini bulmak için bir rehber kullanmaları gerektiğine ve birbirleriyle ne gibi işbirliği yapacaklarına karar vermeleri çok şaşırtıcıdır ve aslında imkansız gibi görünür. Çünkü nöron dediğimiz varlıklar gözle görülemeyecek küçüklükte, atomlardan ve moleküllerden oluşan hücrelerdir. Bu işlemi yöneten merkez beyin de değildir. Çünkü henüz anne karnındaki embriyonun beyni oluşmamıştır. Bu nedenle nöronların doğru bağlantıları kurmak üzere harekete geçmeleri ve doğan çocukların hemen hemen tamamına yakın kısmının işiten, gören, algılayan birer insan haline gelmeleri büyük bir mucizedir.
İnsanların kör veya sağır olması yukarıda kısaca açıklanan beynin oluşum aşamasında ortaya çıkan bazı gelişim bozukluklarından kaynaklanır. Göz dokularının oluşmaması, eksik olması, görme sinirinin ya da retina adını verdiğimiz görme tabakasının gelişme bozuklukları doğuştan körlüğe neden olurken, işitme duyusu sinirlerinin anormal veya eksik gelişmiş olması da doğuştan sağırlığa neden olur. Bu noktada beynin korteks tabakası duyu organlarındaki bu eksiği kapatmak için faaliyete geçer.
Nature Neuroscience’da yayınlanan araştırmayı yürüten bilim adamı Dr. Stephen Lomber’in yaptığı kapsamlı araştırma, bu gerçeği bilimsel olarak ispatlamıştır. Dr. Lomber’in çalışma ekibi doğuştan sağır kedilerin yan görüşünü incelemiş ve beynin kullanılmayan kapasitenin adeta israf olmasını istemediğini saptamıştır. Sağır ve kör insanların genelde diğer duyularının daha keskin olduğunu söylemelerinin nedeni budur. Kraliyet İşitme Engelliler Ulusal Kurumu araştırmacısı Dr. Joanna Robinson da bulguları değerlendirerek doğuştan sağır olan insanların işiten insanlardan daha geniş bir görsel alanı olduğunu doğrulamıştır. Araştırmada dikkat çeken bir bulgu da sağır insanların yan görüntülerindeki nesnelere, işiten insanlardan daha hızlı tepki verdikleri, sağır çocukların ise işiten yaşıtlarından daha yavaş tepki verdikleridir. Bu ise beynin işitsel kısmının, görsel bilgiyi işleyecek şekilde geçiş yapmasının biraz zaman aldığını gösterir. Diğer bir ifadeyle beynin, kayıp algıyı bir diğer algıyı kuvvetlendirerek telafi etmesi için zamana ihtiyacı vardır. Araştırmalar beynin telafi etme işlemini nasıl başardığını ise bulamamıştır. Elbette, yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa sahip jöle kıvamında bir et parçasının kendi kendine bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde düşünmesi ve telafi etmesi imkansızdır... Belli ki beyin, bu tür duyu kayıplarını telafi edecek bir sisteme ve programa sahip olarak var edilmiştir.
HER İNSAN, TÜM HAYATINI BEYNİNDEKİ KÜÇÜK MEKANDA YAŞAR .....
Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıda var olan maddeyi, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür.
Tüm bunları beynimizin içindeki birkaç santimetreküplük odamızda yaşarız ve hayatımız boyunca o odanın dışına asla çıkamayız. Her insan; kıtalar arası yolculuk yapan bir gezgin, ilk olarak Ay’a ayak basan bir astronot, hayatı boyunca köyünden ayrılmamış bir çiftçi de olsa, beynindeki küçük odasının dışında bir yere kıpırdayamaz. Dışarıda var olan okyanusları, ormanları, gökyüzünü, Ay’ı, Güneş’i, çiçekleri, meyvaları bu beynimizdeki küçücük odada görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan beynin içinde tüm bu hisleri algılayan bir şuur vardır. Ancak elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası, sinir hücrelerine ait değildir...
--------------------------
..”İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...” (Bakara, 255)
_